İTÜ Taşkışla Kampüsü
Okulların açılmasıyla birlikte yalnız kış gecelerimi dolduracak
yepyeni filmlerle blogumu tekrar güncelleme zamanım geldi diye düşünmeye
başlamıştım. Ta ki ilk proje dersime girene kadar... Genelde sinema üzerine
yazsam da blogun adından anlaşılacağı üzere mimarım - yani henüz değilim mezun
olabilirsem olacağım ve bu düşündüğümden daha zor olacak gibi. Her neyse...
Bu blogu ilk açtığımda üniversite sınavından yeni çıkmış,
hedeflediğim yeri kazanmış, mimarlıkla ilgili her gün güncellenecek olan
bilgilerini paylaşmak isteyen masum bir öğrenciydim. Fakat evdeki hesabım
üniversite kampüsüne uymadı. Dün gibi hatırlıyorum, hazırlıkta alana dair
hiçbir şey olmayacağını öğrenip üzülmüştüm - şimdi geçen bir yılın değerini
kesinlikle daha iyi anladım. Sonuç olarak hazırlık bitti ve en sonunda bendeniz
birinci sınıf mimarlık öğrencisi olarak karşınızda bulunuyor ve ilk Mimari
Proje dersi deneyimimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle okulumdan bahsedeyim - iyelik ekine dikkat çekerim kesinlikle
benimsemiş durumdayım. Mükemmel bir yer. Yazının devamında aksine ikna etmeye
çalışabilirim ama ille de mimarlık okuyacağım diyorsanız İTÜ'de okuyun.
Taşkışla; dışarıdan bakınca bile insanı büyüleyen, önünden ilk geçtiğimde
sütunlarına aşık olduğum bina. Tabi içi de bambaşka bir dünya. (Aaa kafiye
oldu :) Günde üç öğün kaybolmaya olanak sağlayan yüksek tavanlı geniş
koridorlar, o koridorları süsleyen rengarenk projeler, insanı tuhaf bir huzurla
dolduran yemyeşil avlusu, ayakucunuzda yükseldiğinizde mükemmel bir manzaraya
sahip büyük bir proje odası (denizin yarısını kapatan
gökdelen-otelin sahiplerine öyle bir manzarayı bu kadar acımasız bir
şekilde böldükleri için samimiyetten uzak saygılarımı iletiyorum) ve kesinlikle
anlatamayacağım, yalnızca orada dolaşarak hissedebileceğiniz bir ruha sahip
Taşkışla… Koridorda yürürken sürekli bir hikaye geçiyor aklımdan, neler gördü
bu bine diye merak ediyorum. Dile gelip konuşsa günlerce dinleyebileceğim bir
arkadaş olur bana.
Evet, bunlar güzel şeyler. Mükemmel bir binaya, muhtemelen
Türkiye'nin en iyi akademisyen kadrolarından birine, kısacası değerlendirmesini bilen
için mükemmel imkanlara sahip İTÜ Mimarlık. Ama bu kadar canlı olmasının
sebebinin benim gibi hevesli öğrencileri önce kendisine aşık edip daha sonra
ruhlarını emmesi olduğunu düşünmeye başlamam için sağlam sebeplerim var. Ve
işte burada geliyoruz bu harikulade mekanda geçirdiğim ilk haftaya.
Pazartesi gün proje dersinden önce oryantasyon adı altında küçük
bir Mimarlık Tarihi dersi dinleyip dağıtılan arı rozetlerimizi sevgiyle
sahiplendikten sonra o meşhur proje odasında toplandık. Tabi bu sırada dersin normal bitme vaktine yaklaşık bir saat kalmış (tabi öyle bir şey
olmadığını daha sonra öğrenecektik) ve biz saf, küçük, zavallı birinci
sınıflar sanıyoruz ki biraz bilgi verecekler ve evlerimize gönderecekler. Hani ilkokulda
bir hafta, lisede üç gün süren lesson-free-time olayının üniversitede
olmadığını sabahki derslerimizden öğrenmişiz ama yine de umut var içimizde.
Sonra dört hoca geliyor ve kısa bir “Taşkışla'ya hoş geldiniz” konuşmasının
ardından sınıfın ortasında bırakılmış iki ‘Böcekler’ ansiklopedisi ve duvara
asılmış çeşitli böcek fotoğraflarıyla birlikte, yalnızca gazete kağıdı ve tel
kullanarak kendi böceğimizi tasarlarken buluyoruz kendimizi.( Evet, daha
sevimli bir şey bulamamışlar.)
Eh yaklaşık iki saat süren çalışmalar sonucu ayakta durmakta epey
zorlansa da bir böcek çıkarıyoruz ortaya. Böyle bir şeydi ufaklık :)
Ve ilk sunumumuz başlıyor bu sefer.
Herkes çıkıp böceğini tanıtmalı yani. (Bu arada asla kalabalık önünde
konuşabilen bir tip olmadım dolayısıyla bu sunumları ne yapacağım bilmiyorum.)
Sonuç olarak normal çıkış vaktinden iki saat sonra kendimi yurda gelen o güzel
yola atabiliyorum ve insanların neden bana Mimarlık yazmamamı söylediklerini
anladığımı düşünüyorum. Hatta o gün neden puanımın yettiği bir Tıp Fakültesine
girmedim diye oturup hayıflanmadım desem yalan olur. (Ertesi gün hemen geçti tabi :P)
Zamanla işler biraz yumuşadı tabi. (Bu ‘zaman’ dilimi iki günü
kapsıyor :P) Perşembe günkü derste ise konumuz kuşlardı. (İşte sevimli bir konu!)
Ve origamiden küçük bir penguen yaptım :) Bu arada o gün bir şey öğrendik ki bu
proje derslerinin ‘çıkış vakti’ diye bir kavramı yokmuş. Tabi olay her zaman
hayran olduğum ve öğrenmek istediğim origamiye gelince midir bilmem Pazartesi
günkü kadar sinirimi bozmamaya başladı bu Mimarlık olayı. Yavaş yavaş
mimarlığın bir sanat olduğuna dair düşüncelerimi hatırlatmaya başladım kendime,
sonuçta sanat öğrenmek emek ve sıkı çalışma ister değil mi?
Hem olay projeden de ibaret değil elbette, galiba Pazartesi bizim
gözümüzü korkutmaya çalıştılar. (Ve neredeyse başarıyorlardı…) Örneğin Temel
Tasarım ve Plastik Sanatlar adı altında bir ders mevcut ki kesinlikle herkesin
hayatında bir kere yaşaması gereken bir deneyim. Tek bir dersin bile nasıl bir
görsel şölen olduğunu düşününce beynimde gökkuşakları uçuşmaya başlıyor. (Emin
olun bu iyi bir şey.) Ah bir de Sanat Tarihi var ki, daha yeni yeni mimarlık
okumaya karar verdiğim lise yıllarımda İTÜ Mimarlığın sayfasından seçmeli
derslere bakıp “Bunu kesinlikle almalıyım!” dediğim dersti kendisi.
Sonuç olarak bir hafta içerisinde küçük çaplı bir depresyon
yaşadım resmen ama bunu hazırlıktan bölüme geçiş dönemi olarak görmeye karar
verdim. Evet, bölüm de çok yardımcı olmuyor ancak ben bunu o kadar sene
istedikten sonra bu kadar kolay pes etmek normal miydi? Tabi ki hayır. Bugün
geçirdiğim bir haftayı göz önüne getiriyorum ve ne kadar çok şey öğrendiğimi
düşününce şaşırmadan duramıyorum. (En çok aklımda kalan kısım da ilk gün
oryantasyondaki hocanın insanların binalarımızı ‘mıncıklayacağını’ ve buna
üzülmememiz gerektiğini söylediği kısımdı :P) Şimdi, lisede koyu bir mimarlık
fanatiği olan ve kim ne derse desin ondan vazgeçmeyen kızı geri getirme zamanı.
Kimse vazgeçmeyecek ve en sonunda ya mimarlık beni bitirecek ya ben mimarlığı :)
hey merhabalar hala bu blokla ilgileniyor musunuz bilmiyorum ama ben itu mimarlik isteyen biri olarK okudugum seylerden cok mutlu oldu m lakin bir suru sorum var acaba cevaplar misiniz
YanıtlaSil