Hayatımda ilk kez bir Türk filmini bu kadar merak ettim ve aşırı merak edip de hayal kırıklığına uğramaya alışmış bir insan olarak bu kez oldukça memnun olduğumu söylemek istiyorum. Harika bir film izlemedim ama Türk sinemasının daha önce görmediği bir şey olduğunda herkes hemfikirdir sanırım. Yönetmenin çabaları basında sıkça yer aldı ama yönetmenlik geçmişinde vasat bile denilemeyecek üç film, yapımcılık geçmişinde ise sayısı daha fazla olmasına rağmen derecesi daha iyi olmayan filmler gördüğümde filme olan güvenim sarsılmıştı. Ne var ki Fatih Sultan Mehmet'e hayran bir insan olarak bu filme gitmezsem ayıp olacağını düşündüm ve daha önce hiçbir filme uğraşmadığım kadar bilet bulmaya uğraşarak salondaki yerimi aldım.
Başlangıcı oldukça farklıydı, her ne kadar yönetmenin senaryoda katkısı olmadığını bilsem de sonuçta yapımcı ve yönetmen olarak film onundu ve filmlerde en çok dikkatimi çeken şey olan sahne geçişleri, sonralarda ekran kararmalarına dönüşse de, başlarda oldukça orijinaldi. Fatih'i ilk gördüğümde kendi kendime biraz söylenmedim desem yalan olur. Devrim Evin'i on sekiz yaşında gösterebilmek için Benjamin Button makyajına ihtiyaçları vardı. Başlarda bu beni hayal kırıklığına uğratmış olsa da ince uzun yüzü ve birkaç sahnede özellikle profilden çektiklerini düşündüğüm Osmanlı burnuyla vasatın üzerinde bir Sultan Mehmet çıkmıştı karşımıza. Onun dışındaki oyunculuklar da genelde vasat veya vasatın üstündeydi. Ne özellikle harikaydı denilecek biri vardı benim için ne de çok kötü denilecek biri... Tabi film o kadar kalabalıktı ki üç saatin sonunda bile Sultan Mehmet'ten başka kimsenin kim olduğundan emin değildim..
Eğer oyunculukları bir kenara bırakıp senaryoya bakarsak.. Okurken düşüneceklerinizi tahmin edebiliyorum, bu konuda ne biliyorum ki senaryoyu eleştiriyorum. Ama Medine'de başlayıp bir kuşun kanatlarında Konstantine'ye uzanan ve o anda beni büyüleyeceğini düşündüğüm senaryonun başladığı gibi devam etmediğini söyleyecek sinema ve tarih bilgisine sahip olduğumu düşünüyorum. Eğer Fetih'in senaristleriyle karşılaşsam söylemek istediğim tek bir şey var: Tarihi bir olayı bu kadar basit ve Osmanlı'nın yaşam şekline kesinlikle zıt düşen bir aşk hikayesiyle beslemek Cameron özentiliği değil midir? Ki söz konusu aşk hikayesi filmi beslememiş basitleştirmişti.. Truva'dan fırlama gibi duran, zırh giyme gereği duymayan Hasan ve oldukça basit bir geçmişle ilginçleştirilmeye çalışılan Era'nın; şeriatle yönetilen Osmanlı topraklarında, üstelik Osmanlı tarihindeki en ünlü fethin ortasında rahatça aşk yaşamaları sizce de bu film için fazla değil miydi?
Son olarak söylemek istediğim bir şey var, efektleri eleştiren insanlara: Lütfen Hollywood filmlerindeki teknolojiyi Türk filmlerinde görmeyi beklemeyin. Sinemamızın henüz o aşamaya gelmediğinin farkında olmak zor mu gerçekten? Efektler konusunda aşırı dikkatli bir insan olduğumu düşünürüm ama ben, bariz bir şekilde 'çok kötüydü' diyecek bir şey görmedim.
Her zamanki gibi dağınık bir yazı oldu ama toparlamam gerekirse; Fetih 1453; Matrixvari kılıç sahneleri, 300 Spartalı'yı andıran savaş sahneleri ve Titanic'i hatırlatan aşk hikayesine rağmen Türk sinema tarihinde bir benzeri daha olmadığı için mutlaka izlenmesi gereken bir film bence. Neredeyse konuşmaya başladığımız günden beri dilimizden düşmeyen, çizgi filmlerini izlediğimiz, okumayı öğrendiğimiz günden beri gerek tarih kitaplarından gerek bağımsız kaynaklardan okuduğumuz İstanbul'un Fethi'ni bir de bu haliyle izleyin derim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder